9 Eylül 2012 Pazar

Blog Tur: Ruhsuz/Incarnate (Jodi Meadows)


     Blog Turlarının ilk durağında, RUHSUZ'u incelemeye aldık. Sevgili Kitap'ta kitap için hazırladığım yoruma ve beğendiğim alıntılara ulaşabilirsiniz. Ama ben yerinizde olsam öncelikle Vampirella'nın hazırladığı, Kitabı Okumak İçin 5 Neden & Yazar Tanıtımı'nı inceler, ardından Sihirli Kitap'ta hazırlanan Ön Okumayı okur, sonrasında ise kitap yorumlarına geçerdim. Çekilişleri de unutmayalım ayrıca~! :)
| Linklere ulaşmak için, yorumumun altında bulunan listeye göz atabilirsiniz.



KİTAP KÜNYESİ


                             
                                                       
Yazar: Jodi Meadows
Ait Olduğu Seri: Newsoul / Yeniruh #1
Yayınevi: DEX
Çevirmen: Taylan Taftaf
Tür: Fantastik, Distopya
Yayın Tarihi: Ağustos 2012
Sayfa Sayısı: 352


DENEYİMLİ RUHLAR VE RUHSUZLAR
     Binlerce yıldır, Sınır'da milyonlarca ruh yeniden, yeniden dünyaya geldi, her bir yeni yaşamda da geçmiş yaşamlarındaki anılarını ve deneyimlerini beraberinde getirdi. Ana ise bir Yeniruh: yani Ana doğduğunda bir başka ruh yok oldu. Kimse bunun sebebini bilmiyor ve bu, bir felaketin habercisi olabilir.
     Ana'nın bir Yeniruh olmasından rahatsız olmayanlar da var. Bunlardan biri olan Sam, yalnızca bir kez yaşayabilecek bir ruhu sevebilecek mi? Peki Ana'nın düşmanları, insanlar ve yaratıklar, onların birlikte olmalarına izin verecek mi?
     Ana, varoluş sebebini açığa çıkarmak zorunda. Fakat onun bu arayışı, reenkarne olup olamayacağını öğrenmek için gittiği Kalp şehrini ve reenkarnasyon yasalarını sonsuza dek yok edebilir.
     Jodi Meadows, insan ruhuna bambaşka bir bakış açısı getiren bu hikayede fantazya ve macerayı birleştirirken, reenkarnasyon ve ruh kavramını sorgulamamızı sağlıyor.

KİTAP TANITIM FİLMLERİ


DEX'in hazırladığı film tanıtımı için; TIK!


YORUMUM


     Bir dünya düşünün. İçinde yaşayan insanlar ölümsüz ruhlara sahip olsun. Bunlar zamanın başlangıcından beri yüzlerce bedende binlerce yıl yaşayabiliyorlar. Önceki hayatında iki çocuk annesi bir ruh öldükten sonra dünyaya erkek bir bebek olarak geri dönebiliyor. Ruhları dışında değişen tek şey bedenleri.

     Bir kız düşünün. Daha önce hiçbir bedende yaşamamış olan yepyeni bir ruha sahip. O, diğer herkesten ayrı, düzene aykırı. O bir Ruhsuz.

     Daha önce ölen ve tekrar dünyaya dönmesi beklenen Ciana yerine doğan Ana'nın ruhu, hiçbir ruh ile eşleşmiyor. Bu yüzden düzen onu ruhsuz ve lanetli ilan ediyor. 

     Ana yaşamını, pek fazla insanın olmadığı küçük bir kasabada, annesi tarafından her türlü sevgiden yoksun, dünyadan kitaplardan öğrendikleri dışında haberi olmayan bir kız olarak yetişiyor. Hiç arkadaşı yok, daha kimseye sarılmadı bile. Kendine ait yeni bir eşyası asla olmadı çünkü Ruhsuz'ların buna hakkı yok. İşte Ana böyle bir dünyada yaşıyor.

     Sonunda 18. yaş gününde, ne olduğunu ve ne için var olduğunu anlamanın zamanının geldiğine karar veriyor ve her şeyi araştırabileceği, öğrenebileceği yere, Kalp Şehri'ne doğru yola koyuluyor.

     Kitabımız bu şekilde başlıyor. Ana'nın yolda yaşadığı şanssızlıklar sonucu Sam ile karşılaşması ile devam ediyor. Ve işte benim için kitabın bundan sonraki geri kalanı tek kelimeyle harikaydı.

     Bir karakteri kolay kolay sevmem. Sevsem bile çoğu zaman bıraktığı etkisi pek uzun sürmüyor. Ama ben bu hikayedeki ikiliye ve aralarındaki o eşsiz bağa öyle bir kapıldım ki...

     Düşünüyorum da kitap için en ufak olumsuz bir şey söyleyemem sanırım. Harika bir kapak, kusursuz bir çeviriye sahip. Kurgu zekice hazırlanmış. Ve karakterler, yazarın duyguları yansıtma tarzı, Sam, Sam, Sam! Her şey o kadar güzeldi ki... En son 'Gece Sirki'nde bu kadar derinden etkilendiğimi hatırlıyorum.

     Bu arada çeviri hakkında da bir kaç şey söylemek isterim. Her şey bir yana, kitabı sevmemin, okurken büyük keyif almamın önemli nedenlerinden biri de çevirisi olmuştur. Bazı yerler vardı ki -çevirmenin kulağını çınlattığım yerler- fark etmeden edemiyorsunuz; En doğru kelimeler en doğru yerlerde kullanılmış. Ve belki de kitaptan bu kadar çok alıntı -aşağıda göreceksiniz- seçmemin bir nedeni de çevirinin güzelliğinden kaynaklanıyor. 

     Kitap hakkında daha çok şey söyleyebilirim ama yazıyı fazla uzun tutmak istemiyorum. Hem tura katılan diğer arkadaşların yazılarında da bir dolu bilgi vardır şimdi. Bakalım kimler, neler yapmış:

ALINTILAR


     "Ben kimim?" oldu, ağzımdan çıkan ilk sözcükler.
     "Hiç kimse," dedi Li. "Bir ruhsuz."
     Göğsüme bir şey bindi. Bir kaya. Bir yumruk. Öfke. Soğuk ve ıslaklık ağzımın üzerine kapanırken boğazımdan aşağı inen sıcaklığı hissettim. Göğsümün çırpınışı devam ediyordu. İçimde bir kabarcık oluştu, büyüdü, yukarı doğru çıkmaya başladı.
     Güneşte yanmış bir teni, kocaman açılmış gözleri ve karmakarışık, gölgeli saçları vardı. Suyun altında beni saran kollar bunlar olmalıydı. Ve ben son nefesimi de harcamışken içime dolan nefes onunkiydi.
     "Tüylü?" Bacaklarımın etrafında toplanan battaniyelerle doğruldum ve içinde koyu renkli bir sıvının olduğu fincanlardan bana yakın duranına uzandım. Ardından, sırıtarak kendi sorumu yanıtladım. "At mı? Çok yaratıcı bir admış gerçekten."
     "Aslında tam adı Babası Kadar Tüylü Değil ama bu çok uzun."
     "...Yalnızca bir yaşamım varsa, bunu en iyi şekilde değerlendirmem gerekiyor.
     “Nedir bütün bunlar?” diye sordum. Etrafımızdaki buz kütleleri ışıltılar saçıyordu. “Kim gömülü burada?”
     Sam başını eğdi. “Ben.”
     Artık 331. Açlık Yılı’ndaydık. Belki de bu yılın adını Donma Yılı olarak değiştirirlerdi. Ve Yanma. Ve en önemlisi de, Canını Kurtarmak İçin Kaçma Yılı. Benim yüzümden böyle adlandırılmalıydı elbette.
     Bana… bana sarılıyor muydu? Nadiren gerçekleşen ziyaretlerde Li’nin, arkadaşlarına sarıldığını görmüştüm. Ama elbette kimse bana sarılmazdı. Ve belli ki kimse bundan Sam’e bahsetmemişti.
     “Sen bir ruhsuz değilsin. Nasıl istersen öyle hissetmeye hakkın var.”
     “Halen senin hakkında daha fazlasını öğrenmek istiyorum.”
     “Ana?”
     Adımı söyleyiş şekline bakarak, onun için esrarengiz bir yaratık olmam gerektiğini düşündüm; o anda az çok ne yapabileceğimi tahmin ediyordu belki ama kollarımla onu sıkı bir şekilde sararak kucakladım. İsteyerek birine dokunup, onun da beni kucaklamasına izin vererek gösterdiğim cüret, çatışan karmaşa ve minnetle titriyordum.
     “Üzerime ceket almadığıma pişmanım; almış olsaydım sana verirdim şimdi.”
     “Kanatlarım var. Giyemezdim.”
     “Kanatlarını senin için taşırdım.”
     “Elbiseme bağlılar. Onları oldukları yerde tutmanın tek yolu buydu.”
     Elimi sıkıp, fesat bir ses tonuyla, “Bu durumda, kanatlarını taşımaktan özellikle mutlu olurdum,” dedi.
     “Sam!”
     “Seni kıyafetsiz gördüğüm ilk an bu olmazdı.”
     “Sam!”
     “Kim olduğuna ve kim olacağına karar verme seçeneğine her zaman sahip olacaksın.”
     “Gerçekten ne düşündüğümü bilmek ister misin? Bence insanlar seni tanımaya değip değmeyeceğinden emin değiller. Sabaha yok olacağını bildiğin halde, bir kelebekle arkadaş olup olmamaya karar vermek gibi bir şey bu.”
     Nefes almak canımı yakıyordu. “Ya sen?”
     “Eminim şu ana dek bu konudaki kararımı anlamışsındır.”
     “Hey, Sam. Daha erken gelirdim ama Darce az önce Minn’i doğurdu –bu defa bir kız- ve bebek bu kadar küçükken intikam almasını engellemek için Merton’u zapt etmemiz gerekti. Buna alışmak için biraz zaman gerekecek. Minn son on nesildir hiç kız olmamıştı.”
     “…Sırf beş bin yıldır yaşam sürmüyor diye onu dışlamak hem zalimce hem de adaletsiz bir davranış.”
     “Ben bir proje değildim. Ben bir deney değildi. Ben lanet olası bir kelebek değildim.”
     “Çaldığın parça neydi?” Yaklaştım. Piyanoya. Ona.
     Aynı kocaman açılmış gözler, aynı karmaşık siyah saçlar. Aynı kararsız gülümseme. “Bu parça senin,” dedi. “Sen ne dersen adı o olsun.”
     “Arkadaşın oldu mu hiç?” diye sordu.
     “Onlar hakkında bir şeyler okudum ama var olduklarına inanmıyorum.”
     “İğneleme yeteneğin inanılmaz.”
     “Ruhsuzların arkadaşı olmaz. Kelebeklerin de olmaz. Yoksa bunu bilmiyor musun?”
     “Bir yeniruhun da mutlu olmaya hakkı var.”
     “Bazı insanlar ruhların çift olarak yaratıldıklarına inanır. Aşık olarak rollerini fark etmeleri ya da üstlenmeleri zaman alır ama en nihayetinde eş ruhlar birbirini bulur. Sahip oldukları yaşamlarda ruhlarını birbirlerine adarlar…”
     “Geçmiş üzerine neden bu kadar çok düşünüyorsun?”
Omuz silktim. “Çünkü orada değildim.”
     “Daha önce hiç evim olmadı.” Kendimi onun yanında rahat hissettiğimden olmalıydı bu; aksi takdirde ona asla bunu söylemezdim. “Demek istediğim, Li’yle birlikte kalırken, kendimi asla oraya aitmiş gibi hissetmedim. Bu kadar.”
     Sam bileğime dokunarak ürpermeme neden oldu. “Benimle birlikte her zaman bir evin var.
     Saçının kokusunu duyarak nefes alıp verirken, hayatım boyunca, hatta tanışmamızın öncesinde bile, ona ihtiyacım olduğunu fark ettim…
     Sanki onu geçmişin karanlık hatıralarına kapılıp gitmekten koruyan bir kayaymışım gibi bana tutundu.
     “…Öncelikle egomu iyileştirmeme yardımcı olacak her şeyi söyleyeceksin. Arkasından yeniden alaşağı edebilirsin.”
     “Bazen müzik yapmak zorundaymışım gibi hissediyorum seni dinlediğimde. Seninle iyi bir ikili olduk. Şimdi-“ dedi elindeki ince uzun gümüş enstrümanla. “Flüte ne dersin?”
     Çalmaya başladığında, eridim.
     Başını salladı, yüzüme düşmüş saçları geriye attı ve mutfaktan çıkmak için döndü. “Yeniyetmenin teki olmaktan nefret ediyorum.”
     “Neden?”
     “Hormonlar yüzünden.” Mutsuz bir yarım gülümsemeyle çıktı.
     “Sam.” Nefesim kesilmiş gibi hissediyordum. Ya da boğuluyormuş gibi. Belki de ikisinin arasında bir şey. Gene de Sam’in olduğu yerde durup beklediğini anladım. “Seni nasıl tanıyacağımı sormuştun.”
     Sessizlik.
     “Seni her zaman tanırım.”
     …beni dünyadaki en değerli şeymişim gibi tutuyordu. Sanki bir başkasıymışım gibi.
     Parmakları bir süre yanaklarımda gezindikten sonra, boynuma kaydı. Gözlerimin önünde alabildiğine uzanan maskeli balonun karmaşasına rağmen, yalnızca arkamdaki adama odaklanmıştım. Elleri kalçalarıma doğru indi ve beni sıkıca tuttu; birlikte dönmeye başladık.
     “Karşılaştığımız ilk andan bu yana seni öpmek istiyorum. Asla sana acıdığım için değil. Yalnızca harikulade ve çok güzel olduğun için. Beni mutlu ediyorsun.”
     Müzik etrafımızı sararken, uzun, altın gibi sıcak yaylıların sesi duyuldu. Flütlerin sesi gümüşü, klarnetler ormanları andırıyordu.
     Yanağımı, saçlarımı, sırtımı okşadı. Dokunduğu her yerde, öfkeli ateşler sönüyordu. Kalbime dokunmasını dilerdim.
     “Yeniden doğacak mıyım?”

VERDİĞİM PUAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder