MENÜDE NELER VAR?
Sevgili Kitap - Ön Okuma
Orijinal Adı: The Cuckoo's Calling
Yazar: Robert Galbraith (J.K. Rowling)
Seri: 1/2
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Yayın Tarihi: Temmuz, 2014
Tür: Polisiye-Gerilim
Sayfa Sayısı: 544
Goodreads Puanı: 3.79/5 (120.815+ oylama)
Karla kaplı bir gecede, ışıltılı hayatıyla magazin haberlerinin gündeminden düşmeyen güzeller güzeli manken Lula Landry evinin balkonundan düşüp hayatını kaybeder. Tüm deliller intiharı işaret ederken Lulanın ağabeyi John, cinayet şüphesiyle Özel Dedektif Cormoran Strikeın kapısını çalar.
Eski bir asker olan ve hem fiziksel hem de psikolojik olarak büyük yaralar alan Cormoran Strike bir dönüm noktasındadır. Lulanın ölümünün ardındaki gerçeği araştırmak, bir yandan sorunlarıyla boğuşurken tamamen dibe batmaması için bir umut olur. Fakat şüpheler ve ipuçları bir araya gelmeye başladığında Strike bu gizemin, içinden çıkılmaz bir labirente dönüşeceğinin farkına varır…
Guguk Kuşu Mayfairin sakin sokaklarını, Doğu Yakasının barlarını ve Sohonun canlılığını yansıtan bir atmosferde, Londranın derinliklerindeki gizemi ortaya çıkartıyor. Cormoran Strike karakterini tüm dünyaya duyuran bu kitap, Robert Galbraith mahlasını kullanan J.K. Rowling tarafından yazıldı.
ÖN OKUMA
*issuu üzerinden okumak isterseniz buraya bir tık aklayım.
Sokaktan gelen gürültüler sineklerin
vızıltısını andırıyordu. Polislerin başında nöbet tuttuğu güvenlik şeridinin
arkasında toplanan gazetecilerin solukları buhar misali gökyüzüne yükseliyordu.
Aralıksız devam eden kar yağışıyla uçuşan beyaz tanecikler şapkalara ve
omuzlara yapışıyor, eldivenli parmakları düzenli olarak objektifleri
temizlemeye zorluyordu. Bir şeyler görmek umuduyla etrafta toplanan kalabalık,
yola kurulan beyaz çadırın, çadırın arkasındaki kızıl tuğla binanın girişinin
ve cesedin düştüğü üst kat balkonunun fotoğrafını çekerek vakit öldürmekteydi.
Fotoğraf makinelerinin deklanşörlerinden de rastgele şak şak şak sesleri yükseliyordu.
Güvenlik şeridinin dibine doluşmuş
paparazzilerin arkasında, üstlerinde uydu antenleriyle yayına hazır bekleyen
beyaz minibüsler vardı ve sesçiler kafalarında kulaklıklarıyla etrafta
koştururken aralarında yabancı dilde konuşanların da yer aldığı muhabirler,
izleyicilere son gelişmeleri bildiriyordu. Ne zaman yayından çıkacak olsalar
ayaklarını sertçe yere vurup ısınmaya çalışıyor veya birkaç sokak ötedeki
gazeteci kaynayan kafeden alınan termoslar dolusu kahvenin buharıyla ellerini
ısıtıyorlardı. Yün şapkalı kameramanlar vakit öldürmek için fotoğrafçıların
sırtlarını, balkonu ve cesedi saklayan çadırı çekiyordu. Ve sonra bir boşluk
bulduklarına inandıklarında kameralarını beyaz mermer sütunlu girişleri siyah
kapıları ve düzgün budanmış çalılarıyla karlı Mayfair Sokağı boyunca uzanan
evlere çeviriyor, olay mahallini saran kaosu geniş açıyla çekebilmek için
pozisyon değiştiriyorlardı. On sekiz numaranın kapısına kalın bir bant
çekilmişti. Beyaz önlüklerinden, bir kısmının adli tıp uzmanı olduğu anlaşılan
polis memurları, bandın diğer tarafında kalan holü ve koridoru inceliyordu.
Televizyon kanalları haberi vermeye
başlayalı saatler olmuştu. Sokağın iki ucundaki kalabalık gittikçe artmış,
polis insanları kontrol altına almakta güçlük çekmeye başlamıştı. Bazıları
özellikle olay yerine bakmak için oraya gelen mahalle sakinleriydi, diğerleri
ise yoldan geçerken ne olduğunu merak edip duraksayan sıradan vatandaşlardı.
Çoğu yollarına devam etmeden önce fotoğraf çekebilmek için cep telefonlarını
çıkarmıştı. Bahsi geçen balkonun hangisi olduğunu bilmeyen genç bir adam
sırayla bütün balkonların, hatta önü ve üç tarafı çiçeklerle kaplı olduğu için
haliyle bir insanın içine sığmasına imkân olmayan balkonun fotoğrafını bile
çekmişti.
Ellerinde çiçeklerle bir grup genç kız
olay yerine gelmiş ve polisler çiçekleri ne yapacaklarını bilmeseler de
kameraların her saniyeyi takip ettiğinin bilincinde olduklarından kendilerine
verilen çiçekleri polis aracının arkasına bırakmış, kameralar da bu sahneyi
kare kare izleyicilere aktarmıştı.
Yirmi dört saat haber yayını yapan
kanalların görevlendirdiği muhabirler ellerine geçen birkaç sansasyonel bilgiyi
evirip çevirerek varsayımlar üretiyor ve yorumlarıyla seyircilerin ekran
başında kalmasını sağlıyorlardı.
"... polise binanın güvenlik
görevlisi haber vermiş. Sabah iki sularında çatı katındaki dairesinden..."
"... henüz cesedi kaldırmak için
herhangi bir girişimde bulunulmadı, bu da bazı spekülasyonlara..."
"... düştüğünde yalnız olup
olmadığı hakkında henüz bir bilgi verilmedi..."
"... polis ekipleri binaya girdi,
kapsamlı araştırma bütün hızıyla devam ediyor."
Çadırın içi ürpertici bir ışıkla
aydınlandı. Cesedin yanına çömelen iki görevli, onu ceset torbasına kaldırmaya
hazırlanıyordu. Genç kadının kafasından akan kanlar karlara karışmış, ezilen
yüzü şişmiş, bir gözü morarmıştı. Diğer gözü de öylesine şişmişti ki göz
kapağının altında kalan incecik bir çizgiye dönmüştü. Bluzunun pulları fenerin
ışığı yön değiştirdikçe parlıyor ve insanda hareket ettiği izlenimi
uyandırıyordu. Sanki her an derin bir nefes alacak, silkinip ayağa kalkacaktı.
Görevliler huzursuzca cesedi taşımaya hazırlanırken kar taneleri kumaşa dokunan
parmaklarınkini andıran sesler çıkararak çadırın üstüne yağmaya devam ediyordu.
"Kahrolası ambulans nerede kaldı?"
Komiser Roy Carver'ın öfkesi her saniye
biraz daha artıyordu. Ne zaman baksanız gömleğinin koltuk altlarındaki ter
lekelerini görebileceğiniz kırmızı suratlı, koca göbekli bir adam olan
komiserin sabrının son kırıntıları saatler önce tükenmişti. Ceset bulunduğundan
beri olay mahallindeydi. Ayakları o kadar üşümüştü ki artık hiçbir şey
hissetmiyordu ve açlıktan başı dönüyordu.
Komiser Yardımcısı Eric Wardle kulağında
telefonuyla çadırdan girerken amirinin sorusuna cevap verdiğinin farkında
olmaksızın, "Ambulans iki dakika sonra buradaymış," dedi. "Park
yeri ayarlamaya çalışıyordum."
Carver homurdandı. Wardle'ın
fotoğrafçıların burada olmasından heyecanlandığına inandığı için öfkesi daha da
şiddetlendiriyordu. Ona sorarsanız bebeksi yakışıklılığı ve kar tanelerinin
süslediği kahverengi, gür, dalgalı saçlarıyla Wardle'ın, çadırın dışına
toplanan gazetecilerle geçirdiği vaktin affı olmazdı.
Wardle fotoğrafçılara bakmayı
sürdürerek, "Ceset götürüldüğünde en azından kalabalıktan
kurtulacağız," dedi.
Carver da onu, "Buraya cinayet
mahalli muamelesi yaptığımız sürece bir yere gitmezler," diye tersledi.
Wardle bunun bir tür meydan okuma olduğunu fark ettiyse de tepki vermemeyi
seçti ama Carver öfkesini kusmaya devam ediyordu.
"Zavallı kız aşağı atlamış.
Yukarıda başka kimse yoktu. Senin şahit dediğin herif, kızın..."
Wardle, "Ambulans geliyor,"
diye araya girdi ve Carver'ın kötü bakışlarına aldırmadan ambulansı beklemek
için çadırdan çıktı. Kameralar her yerdeydi.
Bu haber savaş, felaket ve politikayla
ilgili bütün haberleri gölgede bıraktı. Ne kadar kanal varsa ölen genç kadının
kusursuz yüzünün ve heykel gibi vücudunun fotoğraflarını yayınlıyordu. Birkaç
saat içinde o ana kadar doğrulanan az sayıdaki bilgi, hızla yayılan bir salgın
hastalık gibi milyonlarca insana ulaşmıştı: Meşhur erkek arkadaşıyla herkesin
ortasında kavga etmesi, tek başına eve dönmesi, sokaktan duyulan çığlık ve
sonunu getiren ölümcül düşüşü...
Bahsi geçen erkek arkadaş bir
rehabilitasyon merkezine saklanmıştı ama polis bu konuda yorum yapmaktan
kaçınıyordu. Ölümünden önceki gece kızın yanında olan kişilerin peşine düşüldü,
onlarca gazeteden binlerce köşe yazarı makalelerini bu konuya ayırdı, kanallar
yüzlerce saat ondan bahsetti. Kızın düşmeden önce biriyle tartıştığına şahitlik
eden kadın bile kısa süreliğine şöhrete kavuştu. Aldığı büyük ödülse vefat eden
güzeller güzeli kızın görüntülerinin yanında onun da küçük bir fotoğrafının yer
almasıydı.
Ancak şahidin yalan söylediğinin
ispatlanmasıyla ortaya çıkan hayal kırıklığı öylesine güçlüydü ki olayı takip
eden herkesin aynı anda iç çektiğini duyabilirdiniz. Gerçekler ortaya
çıktığında bu kez yalancı şahit rehabilitasyon merkezine saklanırken bir
numaralı cinayet zanlısı, yani kızın sevgilisi olan meşhur herif kendini
kameraların önünde buldu. Sanki hava durumunu da haber veren eski tip mekanik
saatlere yerleştirilmiş iki biblo gibilerdi. Ne zaman hava değiştirip çarklar
dönse biri dışarı çıkıyor, diğeri içeri girip gözden kayboluyordu.
Onca gürültü patırtıya rağmen bunun bir
intihar olduğuna karar verildi ve bir anlık şaşkınlığın ardından hikâye ikinci
kez alevlenir gibi oldu. Kızın ne kadar dengesiz olduğu yazılıp çizildi ve
değişken, başına buyruk doğasıyla top modelliğe hiç uygun olmadığı konuşuldu.
Güzelliği ona pahalıya patlamış, ahlaksız zenginlerin arasına düşen genç
kadının kırılgan kişiliği şan şöhretle gelen yozlaşmaya dayanamamıştı. Sonunda
bu olay aslında başkalarının acılarından keyif alma esasına dayanan bir ahlak
dersine dönüştü ve hatta genç kadın, Private
Eye dergisindeki bir köşe yazısında kibrine yenik düşüp güneşe çok yakın
uçtuğu için ölen İkarus'a benzetildi.
Derken gün geldi, haber kendi kendini
tüketti ve en yaratıcı gazetecilerin bile uyduracak sözü kalmadı. Ama o an
geldiğinde zaten gereğinden fazla şey yazılıp çizilmişti.
ÜÇ
AY SONRA
1
Robin Ellacott,
yirmi beş yıllık hayatında bir ömre yetecek kadar dram ve karakolluk hadise
görse de bu zamana kadar kendisini bekleyen günü hayatı boyunca unutmayacağını
bilerek uyandığı hiç olmamıştı...
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder